9 Eylül 2007 Pazar

Modernizm, Post-Modernizm Ve Özgünlük Sınırlamasıyla Türk Sanatı

Bu yazı "BİLİM VE GELECEK" dergisinin Şubat 2005 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

İnsan doğasının alışmaya mehilinin yanı sıra ülkemizde birçok kavram gibi yerine oturmayan modernizm, post-modernizm ve bunların etkisindeki sanatın, belki de bu alışmaya eğilimin etkisiyle tartışılmıyor olması ya da en azından yapılan tartışmaların belirli çevrelerle sınırlı kalmasının, bende tüm bu konuların üstüne gitme dürtüsü yarattığını belirtmeliyim. Üstelik açılmasıyla beraber hemen herkesin hakkında birçok şey yazdığı İstanbul Modern Sanat Müzesi ve ortaya çıkan “modern sanat" tartışmalarına katılmamak neredeyse kaçınılmaz oldu.
Az satıra çok soru düşerse konuya da bir an önce girmek gereklidir; üstelik soruların dönüp dolaşıp bizi getirdiği nokta “Özgün bir Türk sanatı var mıdır?” ise…
Kritik mesele: Modernizm“Modernlik fikri kendisini, bir kültürel oluşumun tam tersi olarak, yani nesnel bir gerçekliğin gözler önüne serilmesi olarak tanımlamıştır. Bu nedenle de adı konmuş olmaktan çok polemik bir biçimde ortaya çıkar. Modernlik karşı-gelenektir, sözleşmelerin, görenek ve inançların devrilmesi, tikelliklerden çıkarak evrenselliğe girme ya da doğal durumdan sıyrılıp akıl çağına adım atmadır.”(1)
Türk sanatının özgünlüğünü tartışabilmek için bir modernizm tanımı yapmak kaçınılmazdı kuşkusuz. Alain Touraine’in bu tanımında belirttiği gibi modernizm her şeyden önce bir polemik olarak ortaya çıkmakta. Ancak bu ortaya çıkış, (bir öğreti, ideoloji ya da yaşam biçimi, ne denirse) “erken” modernizm için yapılabilecek bir tarif. Üstelik modernizmin kendine özgü polemiğinin modern Türk sanatının başlangıcından beri var olan karmaşasıyla örtüşüyor olması da bir tesadüf değil ve tüm bunlar, ele aldığımız konunun içinden çıkılmasını zorlaştırmakta.
1795 yılında, Batı’daki modeller örnek alınarak kurulan Mühendishane-i Berrîi Humayun ve burada yetişen asker ressamlar, Türk sanatının batılılaşma serüveni içinde yer alan önemli bir dönüm niteliğindedir. Bu batılı anlamda sanat yapma geleneğinin en bilinen ve önemli ismi ise Osman Hamdi Bey olur. Yani modern Türk resmi ve heykeli için ilk kıvılcımlar, aynı dönemde Oryantalizmin revaçta olduğu Batı’dan alınır. Ancak devam eden süreçteki gelişmeler de bize gösterecektir ki bu Batı’dan alma, “biçim alanındaki değişimleri belirleyen tek etkenin Avrupa dünyası olduğu hakkındaki bazı önyargıları da beraberinde getirir.”(2) Yeniden Osman Hamdi Bey’e bakacak olursak, son dönem oldukça büyük meblağlara satılan Kaplumbağa Terbiyecisi artık herkes tarafından tanındı; ne tesadüftür ki bu satış olayı da ülkemizdeki müze kavramıyla birlikte modernizmi yeniden gündeme getirdi. Osman Hamdi Bey’in Oryantalizmi ise ilk bakışta fark edilir nitelikte… Onunla eş zamanda Avrupa’da, Oryantalizm bir ideoloji halini almıştır çoktan. Mevcut akademik düzeydeki Oryantalist resme karşı ilk duruşlar başlarken bizde henüz Osman Hamdi ile fotoğraf gerçekçiliğinde resim yapma becerisi kazanılmaya çalışılmaktadır. Bunu takip eden dönemde de yetişen ressamlar ya Osman Hamdi’nin izinden gitmiş ya da basit peyzaj ve natürmortlar yapmışlardır.
Buradan ancak şu çıkabilir: modern anlamdaki Türk sanatı, güçlü bir Batı etkisiyle yoluna başlamıştır ve çağdaş gelişmeler içine Batı’yla eş zamanlı olarak girdiği söylenemez. Batı’da bir ideoloji olan ve gerçekte Akademik üslup tarafından desteklenen Oryantalizm’i karşısına alan modernist sanat bizde oldukça farklı bir biçimde kendini gösterir böylece. Ancak bu ne bizim geriliğimiz ne de Batı’nın ilerici oluşunu gösterir. Bu bize olsa olsa, kaygan zemindeki sanatın dönem itibariyle bulunduğu noktayı işaret eder. Eğer bir Batı hakimiyeti değil Batı karşısında Doğu hakimiyeti söz konusu olsaydı biz şimdi oturup Batı’nın çinicilikteki acemilikleri ve bizi taklidini konuşur olurduk herhalde.
Burada bir parantez açmak gerekir. Batı’da da modernist sanat sandığımız kadar Doğu’dan yalıtılmış yani bir anlamda “özgün” de değildir aslında. Paul Gauguin, Henri Matisse, Ernest Ludwig Kirchner, Pablo Picasso ve daha birçok isim, modernist sayılmış ve hatta modernizmi aşmaya çabalamışlardır. Çelişik bir durum gibi gözükebilir, evet. Ancak modernizmin resmi ya da heykeli diye bir olgu iddia etmenin tartışabilir olduğunu görüyoruz açıkça. Neden Türk sanatının tarihini tartışmaya açarken Batı’yla yapmaya giriştiğimiz mukayesede temellerimizi sağlam atamadığımızın göstergesi bu durum. Yani eğer kübizmin özgünlüğü tartışma götürürse “Türk kübizmi”nin özgünlüğünü iddia etmek de oldukça zor.
Modern Türk sanatının çağdaşı yakalama çabaları
Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber yeni bir yönelim başlar sanatta da. Bu yıllardan itibaren sanata, çağdaşlaşmayı sağlayacak devrimlerin halka benimsetilmesi görevi verilir. Halkın kültür seviyesinin yükseltilmesinde sanatın insanı görsel yolla, kolayca etkilemesinden yararlanmak, sanatsal faaliyetlerin devlet himayesi altına alınmasını gündeme getirmiştir.(3) Galatasaray Sergileri, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği, Akademi’nin kurulmasıyla genişleyen teknik çabalar ve konu itibariyle ortaya çıkan çeşitlilik, D Grubu’nun kurulması, Kurtuluş Savaşı konulu resimler, meydan heykelleri ve en nihayetinde köy temalı resimler, ressamların devlet destekli yurt gezileri… Yeni bir ulus, yeni bir kültür inşa etme sürecinde yeni sanata da ihtiyaç vardır.
Bu süreçte Batı’dan alınan tüm yöntem ve kurallar, tüm üslup ve teknik özellikler aynen Türk sanatına aktarılmıştır. Oysa bu yöntem ve kurallar uygulandıkları yerde değişikliğe uğramak zorundadırlar. Bu değişiklik bizde, uluslaşma sürecinde ortaya çıkan sanat hareketleri ve sanatçıların yerellikten kasıtla “köylülük” temasını ele alarak çalışmalarıyla olmuştur. Bir anlamda ulusal değerler ile yöresel değerler birbirine karıştırılmıştır. Aslında Osman Hamdi Bey’in yaptığı da farklı değildir. Fransız Oryantalist Jean Leon Gérome’un tekniğini bir Osmanlı Camisi içinde iki insanı betimlemek için kullanmış, Oryantalizm’in tam kucağına düşmüştür. Tekniği Batı’lı, konusu yereldir. “Köycü” sanatçılarımız da farklıyı yakalamak adına “köy”ü resmederler; “köy manzaralarını!” Oysa köyler perişan durumdadır. Halk savaştan yeni çıkmış, belini doğrultmaya çalışmakla meşgul. Bu “acı” gerçeği resmedense D Grubu olur. Turgut Zaim’li, Bedri Rahmi’li bu grup, özgünlüğü bir anlamda yakalar. Turgut Zaim, minyatürümsü tekniğiyle bir farklılık yaratır. Yine de genel olarak Kübist biçemden vazgeçilemez.
Yöresellik sanatın içeriği ile ilgilidir, ulusallık ise anlatımla ilgili.(4) Bu nedenle yöresel/yerel olan özgünlüğü yakalayamaz.
Süregelen Tartışma
D Grubu sonrası farklılaşma tabii ki sürer. Günümüzde de resim ve heykel alanlarındaki durum pek farklı değil; kendilerine özgü ustalıklarıyla özgünlüğü yakalama adına çalışmalarına devam eden isimler ve diğerleri… Bugün yağlıboya Batı tekniği yerine örneğin minyatürde kullanılan boyama tekniğini kullansak, çok mu farklı olacak durum? Bambaşka bir şey mi yaratmış olacağız?
Ve yine sormak gerek: Figüre bağlı betim geleneğinin yasak olduğu yüzlerce yıllık bir kültürün her şeyiyle değişme çabaları içinde başka türlü bir sanattan bahsedilebilir miydi? Her ideolojinin kendi sanatını kabul ettirme çabalarının bilinmesi ve dünyada birçok örneğinin olmasının yanı sıra, bunun sanatın özerkleşmesi sürecine ket vuracağı bile düşünülse, ülkemizde –üstelik hümanist bir yaklaşımla- gerçekleştirilen devlet desteğine nasıl itiraz edilebilirdi?
Peki dünyada özerk, özgün sanat var mıydı? Evet, vardı. Köklü değişimlerin yaşandığı, özgün devrimlerin olduğu hemen her ülkede özgün sanattan da bahsetmek mümkün. Örneğin Sovyet Rusya’daki konstrüktivizm ya da Meksika’daki duvar resmi. Bir diğer yanda Uzakdoğu estampları. “batı” olarak isimlendirdiğimiz kavramın aslında ideolojik sistem yani kapitalizm olduğunu bu tablo bize göstermekte. Özgün devrimlere sahip ülkelerin bizden farkları Batı’yı yani kapitalizmi kapı dışarı etmeleri. Türkiye’de modernleşme batılılaşmayla eş anlamlı tutuldu. Bu modernleşme modernist olmak değil, günün gereğini yakalamak olarak algılandı. Ama biraz geç kalınsa dahi modernizm de kendini gösterdi; aksak-topal.
“modernin asıl büyük çıkmazı olarak estetik”i gösteriyor Hasan Bülent Kahraman; “Türkiye’nin modern estetiği yok. Bunu oluşturmaya yetecek zaman bulamadı.”(5) 80’lere kadar geçen zaman içerisinde, bundan hoşlansak da hoşlanmasak da Batı’ya öykünme had safhada oldu. Bunu ne 60’lardan beri satamayacağını, sevilmeyeceğini, göz ardı edileceğini bilen ve tüm eleştirilere rağmen kavramsal çalışan sanatçılar ne de tamamen kendine özgü üsluplar geliştirerek dünya çapında olmayı çoktan hak etmiş kişiler bozabildi. Bunun sonucunda üretim, “geleneksel motiflere bağdaştırılan soyut resim ve heykeller ve durmadan bastırılan sol eğilimlere çekingen göndermeler yapan, anlatımcı figüratif resimlerle sınırlı” olmaktan kurtulamadı.(6)
Olgular değişmekte. 12 Eylül sonrası sanat, sanatçılarla beraber farklı bir döneme girdi. Bu farklılığı belirleyen esas mesele ise liberalizm oldu. Ancak bu yeni yönelimde liberalizmin de özerk bir Türk sanatı meydana getirdiği söylenemez. Modernizm gibi post-modernizmi de sorgulamadan aldığımız kuşkusuz. Bu tartışma yazımızın sınırları dahilinde olmadığı için pek üstünü açmıyoruz.
“…bugün bir müzenin adının 'modern'le sınırlandırılması başlı başına bir sorundur. Çünkü, modern, sanat tarihinde belli bir dönemi ve anlayışı ifade eder. 1960 sonrasında işler karmaşıklaşır. Hele 1980 sonrasında büsbütün dönüşür” diyor Hasan Bülent aynı yerde. İstanbul Modern’den yola çıkarak modern Türk sanatını tartışmak amaç; Türk sanatının Batı kaynaklı olmasını kanıtlamak değil. Türk sanatının problemi, modernizmin kendi içinde özgünlüğü tartışılsa bile, bu modernleşmeden payını ulus ekseninde alamamış olması. Bu nedenle de bir “Osmanlı Empresyonizmi” ya da “Türk Kübizmi” diyemiyoruz maalesef. “İstanbul Modern” adıyla modern sanat müzesi olma iddiasındaki müzenin de, açıkça fark edilmese bile rahatsızlık yaratan durumu bu tartışmada gizli.

Dipnotlar
1 Alain Touraine, Modernliğin Eleştirisi, YKY, Mart 2002, s. 228
2 Sezer Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, Ağustos 1996, s. 11
3 Daha fazla bilgi için bkz. Nilüfer Öndin, Cumhuriyet’in Kültür Politikası ve Sanat 1923-1950, İnsancıl Yayınları, İstanbul, 2003, s. 69
4 İsmail Tunalı, Denemeler, İktisadi Yayınlar, İstanbul, 1980, s. 5
5 Hasan Bülent Kahraman, “Modern Olanın Sorunları”, Radikal, 6.1.2005
6 Beral Madra, “Günümüz Sanatı Modern ve Postmoderin Üstüne Yapılanıyor Ama Artık İkisi de Değil!”, Toplumbilim Plastik Sanatlar Özel Sayısı, S 4, Haziran 2004, s. 96-97