26 Mayıs 2009 Salı

Seramiğin Gönüllü Mahkûmu: Sadi Diren

23 Mayıs'ta Taraf gazetesinde yayımlandı..

Seramik onun dünyasını, o seramiğin dünyasını kurmuştur. Bu iddialı sözle, Türkiye’de seramik sanatının duayenlerinden Sadi Diren’i kast ediyoruz. Sanatçının İş Bankası Kibele Sanat Galerisi’nde Nisan ayında açılan ve her döneminden çok sayıda eserinin yer aldığı retrospektif sergi devam ediyor.
Hariciyeci olmasını isteyen ailesine karşı çıkışla başlayan, Akademi’ye girmek için çırpınan, girdiğindeyse kendine atölye bulamayan genç Sadi Diren’in tüm sanat yaşamı aynı azimle devam eder. Türkiye’de o yıllarda ne sektörel ne de sanatsal anlamda seramik disiplininden bahsedilemez. Bir seramik sanatçısı ya da tasarımcısı olmaya soyunmak olsa olsa tuhaflık sayılır. Güç koşullarda girdiği Akademi’de önce işlemeyen seramik atölyesine el atar. Teknik imkânsızlıklar had safhadadır. Göksu’daki çömlekçilerden Akademi’ye kayıkla kili getirir, ardından şekillendirdiği çamuru fırınlanmak üzere tekrar Göksu’ya taşır. Gönüllü “kürek mahkûmluğu” uzun süre devam eder.

Sanatçının ilk dönem çalışmaları, ileride seramik sanatının sınırlarını zorlayacağına dair ipucu verir niteliktedir. Seramiğin malzeme olanakları ile deneylere devam ederken zaman içinde buna renk çalışmalarını ekler ve maddeleri birbirine karıştırarak seramik oyununa başlar. Çalışmalarının bir kısmını süsleyen eşsiz kırmızının kaynağı ise artık kullanılmayan bir madde olan uranyum sırrıdır.

Sadi Diren bir “hoca”dır. Çok sevdiği Akademi’ye uzun yıllar Almanya’da seramik endüstrisinde çalıştıktan sonra döndüğünde hoca olur. Sadi Hoca, seramik sanatının kaidelerinden olan kullanım değerinin üzerinden atlamayarak, heykelsi hacimsellik ile resimsel rengi, kompozisyonu bir araya getirir çalışmalarında. Zaman içinde kendine has estetik anlayışını ortaya koyar. Münih yıllarında bir galeriye sergi açmak için başvurduğunda “seramik sergisi açmıyoruz” red cevabını alan sanatçının, birkaç duvar çalışmasını götürdükten sonra bunların resimsel bulunması üzerine sergi teklifinin kabul edilmesi, tipik bir hikâyedir.

İnce bir mizahla harmanladığı ve Anadolu’nun eşsiz kültüründen beslenirken daima güncele göndermeler yaptığı eserleri kendi oyunsu dünyasının ürünleridir. Eserlerine, ne yapacağını bilmeden başlar ve anlık kararları onu sonuca götürür. Kuralları olan ama kimin galip geleceğinin baştan belli olmadığı bir oyundur bu… Tırmanarak çıktığı tepeleri ani kararlarla terk edip sadece önüne bakarak devam etmesindeki kararlılığı ile sanatsal anlayışı arasında mutlak bir çakışma vardır. “Öğrenci gibiyim, her gün bir imtihana giriyor gibi oluyorum” derken her dönem denemeden vazgeçmeden kendini sürekli yenilemenin peşinde olduğunun ipuçlarını verir.

Sanatçının Kibele Sanat Galerisi’nde sergilenen, 1950’den beri ürettiği 200’den fazla eser arasında, 900 derecede pişmiş terra cotalar, 1040 derecede pişmiş seramikler ve 1300 derecede pişmiş porselenler ile bronz çalışmaları ve özgün baskılar yer alıyor. Eserlerini, maketlerini yaparak, hiç eskiz kullanmadan gerçekleştiren sanatçının bu küçük çalışmaları da sergide yer alıyor. Özgün baskıya ise arkadaşlarının teşvikiyle başlamış sanatçı ve kâğıtta yakaladığı hacmi görünce, -adeta dayanamayarak- bu baskıların üç boyutlu örneklerini de üretmiş. “Birlik ve beraberlik” temalı eserlerini vurgulayan Sadi Hoca, bundan sonra sadece özgün baskı ve resimle uğraşacağını söylerken, seramiğin “cefa”sını gülümseyerek hatırlatıyor…

29 Mayıs’a kadar uzatılan sergi, seramik disiplininin de günümüze kadar evrilerek gelen hikâyesini anlatıyor.