12 Kasım 2010 Cuma

“Çok Güzel” sergi!


18. yüzyıldan itibaren “güzel sanatlar” derken sanatı bugün “plastik sanatlar” diye nitelememiz tesadüften değil elbet. Sanatın derdi her dönem başka oldu; tanrısallığından arınmasından sonra “güzel”i yadsır hale gelmesiyse bugünkü sanatsal dilin başlıca problemlerinden. İstanbul 2010 Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında, Taşınabilir Sanat Projesi içinde yer alan “Çok Güzel” sergisi şeytanın avukatlığını yapıyor ve güzellik meselesine odaklanıyor. Küçükçekmece Belediyesi işbirliğiyle Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde açılan, küratörlüğünü Fatih Balcı’nın yaptığı sergide 15 sanatçının işleri yer alıyor.

Çalışmalarında botanik bilgisini bolca kullanan Maria Sezer’in sergi salonunun zeminine lavantadan oluşturduğu yerleştirme, desenini Budist rahiplerin hayatın geçiciliğini, güzel olan şeylerin narinliğini göstermek için yaptıkları renkli kumlardan alıyor. Elbette kum yerine kullanılan lavanta, yaydığı kokuyla izleyeni içine alırken güzel olanın ne kadar emek ve sabır istediğini de bir kez daha hatırlatıyor. Şinasi Güneş, “Ben güzele güzel demem güzel benim olmadıkça” şiarıyla, genç ve güzel sevgilinin suretini “Aşk” adlı videosuyla sergiye taşıyor. Kızın rüzgârda dağılan saçları yüzünü gizlerken, izleyicinin gördüğü “sevgili imgesi” ve duyduğu rüzgârın sesinden başka bir şey olmuyor. Şakir Gökçebağ toplumsal bir temsiliyet nesnesi sayılabilecek ayçekirdeği ile duvar üzerinde oluşturduğu İstanbul peyzajında, kentin tüketim nesnesine indirgenmiş haline odaklanıyor. Güler Güngör çalışmasıyla, yedi tepeli İstanbul’u altın varaklı çerçeve ve lale formuyla bu kez yetmiş yedi tepeli gösterirken Coşkun Sami de kent siluetinin baskın unsurları cami ve külliyeleri yan yana koyarak meseleye benzer bir duyarlılıkla yaklaşıyor. İstanbul’a odaklanan bir diğer sanatçı Sibel Balcı ise “Temizlik” adlı yerleştirmesinde, İstanbul’a ait sokak görüntülerinin renkli ve renksiz fotokopilerini, kendi kişisel çamaşırlarıyla beraber asarak kurutuyor. Serginin küratörü de olan Fatih Balcı’nın videosu, güzelin varlığını sorgulayan bir çalışma. Bir soprano ve yan flütçünün seslendirdiği Frank Sinatra şarkısı “My way”i dinler ve martıları izlerken, bu mini konserin Çanakkale çöplüğünün içinde gerçekleştiğini fark edince irkilmemek elde değil.

Sergideki diğer sanatçılar arasında yer alan Hülya Küpçüoğlu, güzellik meselesine popüler imgelerle odaklanırken, Serpil Kapar ise hem biçim hem içeriğiyle kadınsı yaratıma ve zarafete tuvalinde yer veriyor. Selahattin Yıldırım büyük boyutlu üç resmiyle, resim disiplininin kurallarını göz ardı etmeden estetik sonuçlara ulaşma çabasında. Seyhan Boztepe’nin “Kapılar”ı, Kurucu Koçanoğlu’nun “Diken İmgeler”i ve Gül Ilgaz’ın “Geç Git” adlı çalışmaları da sergide görülebiliyor.

Umberto Eco “Güzelliğin Tarihi”nde “güzel”in anlatılamayacağını ancak gösterilebileceğini söyler ve kendisi sayfalar dolusu imge sunar okuyucuya. “Çok Güzel”, güzelin nereye gittiğinden yola çıkan bir arayış sergisi. Sanatçılar arasında bize sunduklarıyla güzeli bulduğunu iddia eden de var, bulmak gerektiğini dikte eden de. Sergi 31 kasıma kadar izlenebilir.