7 Ocak 2015 Çarşamba

Yapamazsa ölecekmiş gibi…

artfulliving'de yayınlanmıştır: http://www.artfulliving.com.tr/sanat/yapamazsa-olecekmis-gibi-i-1468

Şöyle diyor Semiha Berksoy: “Ben kaderimi yaşadığım haksızlıklara rağmen hep hoş karşıladım. Sanatımla baş başa mutlu oldum, çünkü beni sanattan başka hiçbir şey ilgilendirmiyordu.”1 Uzun yaşamında sanatın her türlüsünü hakkıyla yapmak için mücadele veren bu değerli sanatçı, sesi kadar güçlü resimlerinden bir seçkiyle Galerist’te.

Önce şunu kabul etmeli: Bir Semiha Berksoy eseri ya da sergisi hakkında yazmak oldukça zor. Her şeyden önce yazarın –burada ben–, yazdığı –burada Semiha Berksoy’un Galerist’teki sergisi ‘Halüsinasyon Duvarı’– ile arasına koyması gereken mesafe çok zorlayıcı. Sanat teorisinin eseri açıklarken sanatçı hayatına yaklaşma konusundaki tereddüdü rafa kalkmak zorunda. İster istemez epistomolojik bir yaklaşımdan uzaklaşmayı gerektiriyor. Berksoy’un resmi hakkındaki her metin onun kendisi hakkında olmakla sonuçlanıyor; çünkü o resimlerini tüm varlığıyla var eden bir sanatçı. Opera, tiyatro, müzik, elbette resim ve hatta edebiyat; sanatın bütün alanlarına olan aşkıyla üstelik kendisini de tüm bu sanatlarla var eden bütün bir sanatçı. Öte yandan 1910 yılında doğmuş ve Türkiye’nin herkesçe bilinen malum tarihinde kadınlığı ve sanatçılığını müthiş bir mücadele vererek yaşatmaya çalışmış biri olarak, karakteri ve yaşam öyküsüne hayran kalmamak elde değil. Dahası, 20. yüzyılda stratejik olarak kendine mit inşa eden sanatçı tipinin aksine Berksoy, farkındalıksız, kendiliğinden, öyle olduğu için öyle. Sanki yapamazsa ölecekmiş gibi sanat yapan, üreten, hayatını bu üretim macerasına vakfeden… bir sanatçı.

Benzerine az rastlanır bir karakter olarak Berksoy, sayılı eserin yer aldığı bu seçkide bile görülür biçimde yaşamın karşısına ölümü koymaz; onun için bu bir son veya yok oluş değildir; olmamalıdır. Böylesi bir sonsuzluğa ulaşma çabası, hayata sıkı sıkıya bağlanarak bu denli verimli üretmiş olmasını da açıklar. Oysa daha çocukluğunda, 8 yaşındayken annesinin kaybı üzerine ölümle gayet sert bir tanışma yaşamıştır. Sanatçının anlattıklarına göre annesi Fatma Saime Hanım hayatındaki en önemli rol modeldir. Güzelliğin, aşkın, tutkunun sembolüdür. Operaya ilk adımını da onunla atar, resmi de ondan öğrenir. Sergide yer alan annesinin hayalden portresi “Annem Ud Çalarken”, kendisini annesinin rahminde otururken gösterdiği “Karanfilli Otoportre”, annesinin kolu altında ikisinin portresi “Annem ve Ben”, ölümün bitirmeye yetmediği bu ilişkinin bir ömre yayılan kanıtlarıdır. Sanatçının son yıllarındaki çalışmalarından 2002 tarihli “Anneme Otoportre”, diğerlerinden farklı olarak annesi için kendisini resmettiği bir çalışma. Tüylü şapkası ve kolyesiyle her zamanki süslü püslü halindedir ancak çıplak bedeni, kireç gibi beyaz yüzüyle bir tabutun içinde toprak altında yatar. Resim, uzun ömre sahip olmuş sanatçının öleceği ve annesine kavuşacağı günü kutlamak için yapılmış gibidir. 

Hayatı boyu kalbinin bir köşesinde sakladığı Nâzım Hikmet, yine Semiha Berksoy’un ruhuyla var olduğu bu serginin dört bir yanına sinmiş. Önce kitaplarını tanıyıp ona âşık olmuş, tanıyınca dehasına hayran kalmış ayrıca pek çok kez “kâğıt rengi beyaz bir ten, mavi gözler, altın sarısı saçlar”dan söz etmiştir. 3 Sergideki 1978 yılına tarihlenen “Nazım Hikmet”, Berksoy’un birkaç Nâzım portresinden biri. Çok büyük boyutlu olmasa da tuvalin sınırlarına dayanan sarı saçlı, beyaz tenli, mavi gözlü bir baştan oluşan, bu büyük şairin aklını ve dramatik yüz ifadesiyle yüce gönlünü sezgisel olarak veren bir resim. Üzerindeki imza yerine Berksoy’un ismi ve tarihin yanı sıra “Türkiye” yazısı da dikkat çekici. O Türkiye’nin şairi ve Berksoy bunu bir kez daha dile getiriyor.

Hapishane ziyaretleri, yıllar süren mektuplaşmalar, görüşmeler sürer. Genç bir kadının varlığına nüfuz etmiştir Nâzım ve görüşmeseler bile onun başına gelenlerle adeta Berksoy’un hayatı değişir, kendi kariyerine odaklanır. Örneğin şairin evli olduğunu öğrendiğinde “Mezardan Gelen Mektup” adlı genç bir kızın sevdiği adamı beklediği sürrealist hikâyesini yazar ve kendisine de sesli okur.  Sergideki aynı adlı resim ise 1972 tarihli. Hikâyeyi yazmasının, Nazım’a okumasının üzerinden yıllar geçse bile bu meseleye dönüp kafasında yeniden kurduğu, yeniden hesaplaştığını işaret eden resim, siyah zemin üzerine yeşil çizgilerle yoğun ve dokunaklı anlatıma sahip. 

Sanatçının portrelerindeki deformasyon ruh halinin çizgi-renge bürünmesidir. Özellikle otoportreleri, yapıldığı anın halet-i ruhiyesini verir. “Aşk Otoportre”de bedeni olmayan küt saçlı, inci kolyeli ayakları yerden kesilmiş uçmaya hazır bir kuştur. Sanatçının anlattıklarından kendi tabiriyle büyük sesinden ötürü kendisini her zaman zümrüdüanka kuşunun yanına bir yere koyar. 4  Kuş imgesi önemlidir onun için ve yaşamı ile zümrüdüanka kuşu arasında kurduğu ilişki resimlerine da yansır. Öte yandan Berksoy bir başka otoportresinde kanı çağrıştıran kırmızı içinde ikiye bölünmüş bedeniyle karalama çizgileriyle verir kendisini. 

Veya 1969 tarihli “Gülen Otoportre” ve “Gören Otoportre” bu resim türünün özelliklerine daha çok yaklaşır. Sergide portreleri önce çıkan sanatçının diğer çalışmaları da yaşama dair her türlü hissin ekspresif yansımaları; otobiyografik dönem resimleri… Örneğin çarşaf üstüne gerçekleştirdiği resmi “Anka Kuşu” hem bir hikâyeye sahiptir hem de otoportre niteliğinde görülebilir. Büyük boyutlu zemin üzerinde parça parça resmin-desenin yanına-altına-üstüne yazıyı dâhil etmiştir. “Semiha bir ocakta kendini yakar. Küllerinden tekrar dirilir…” Ortada bir anlatı vardır ancak sanatçı anlaşılma kaygısı gütmemiş gibidir. Kelimeler birbirine girer, okunamaz, sonlanmaz…

Resimlerin yanı sıra video, kişisel obje ve belgelerin yer aldığı sergi, yerleştirilmesi itibariyle de başarılı. Berksoy resim yaparken malzeme tercihinde seçici davranmamış, çarşaf, buzdolabı kapağı gibi sanki eline ne geçirdiyse onun üzerine resim yapmış. Resmini kurarken seçtiği renkte, kompozisyon oluşturmada da formel gerekleri umursamaz. Sanatçı vermek istediği duyguyu verir ve eser o noktada biter. Dolayısıyla Semiha Berksoy resminde boyanmamış, beyaz geniş alanlar çokça görülür. Bazı resimler iki renge hatta siyah ve başka bir renk ile kontur çizgilerine indirgenmiştir. Bu özellikleriyle resimlerin mekânda sunumu kolaylıkla algı sorunu yaratabilir. Ancak ‘Halüsinasyon Duvarı’ sergisinde bu yaşanmamış; eserler incelikli bir sunumla Galerist’in karakteristik mekânının gerisinde kalmamış. Hatta bazı renklendirilmiş duvarlar, hem eseri algılamaya yardım etmiş hem de serginin genel atmosferine katkıda bulunmuş. Sergideki tek video çalışması “Bir Rüyanın Ardından Nâzım’la Konuşma”, önce tüm mekâna yayılan ancak ezici kılınmayan sesle dikkat çeker. M.Melih Güneş’in 2001 tarihli video çalışmasında Nâzım Hikmet’in “Bu Bir Rüyadır” operetinin kulisinde ve sahnesinde kameraya bakarak karşısında Nâzım varmış gibi konuşan, şarkılar söyleyen bir Semiha Berksoy görülür. Mimikleriyle, jestleriyle, oynamadan, bizatihi kendisi olarak. Rüyasında onu görmüştür ve anlatır: “… o kadar mesudum ki meğer yaşıyormuşsun…” “senin güzelliğini, yüksek şairliğini, benim de sesimi kıskandılar…” “seni seviyorum…”

Sergi ‘Halüsinasyon Duvarı’ adını, sanatçının sevdiklerini odasının duvarında gördüğünü söylemesinden almış. Galerist ve Semiha Berksoy Vakfı’nın işbirliğiyle düzenlenen serginin küratörü/düzenleyeni olarak özel bir isim belirtilmemiş. Bu da eser seçimlerinin kim tarafından, nasıl ve neye göre yapıldığı, düzenlemenin kurgusu vb. yönündeki soruları ilk etapta yanıtsız bırakıyor. Galerinin perde arkasındaki ekibine dikkat çekiyor. Öte yandan sergiyle görünür olan vakıf ve Galerist işbirliğinin amaçlarından biri, “Berksoy’un eserlerinin Türkiye ve dünyada tanıtımının yanı sıra, çalışmaları vakıf tarafından beş sene önce başlatılan, Semiha Berksoy Müzesi’nin kurulması için destek sağlamayı hedefler” şeklinde açıklanmış. 

İlk derslerini annesinden alan, bir gün kolunun altındaki resimleriyle Akademi’ye gidip Namık İsmail Bey’in önüne koyan ve onun tarafından atölyesine kabul edilen, bu yıllarda önlenemez enerjisi ve merakıyla seramik atölyesinde de çalışan Berksoy, en büyük uğraşısını opera için verse de uzun yaşamı boyu her alanda yaratma arzusu taşar ve resmi onun için vazgeçilmez kılar. 1995’te hayatına dair her objeyi kendisinden bir parça olarak yerleştirdiği müthiş “Oda”sını düzenlemeye başlayan sanatçı için Kutluğ Ataman’ın “semiha b. unplugged” videosu hem Türkiye’de adeta değerinin takdir edilmesi hem de dünya çapında görünürlüğünün artması bakımından bir dönüm noktası kabul edilebilir. Sergi vesilesiyle sayılı eserini görme şansı bulduğumuz sanatçının adına açılacak müze hayatının ayrıntılı dökümüne ve hem kendisinin hem de kendisini konu edinen tüm çalışmalara yer verecek mi bilinmez ama sanatçı özelinde de Türkiye’de sanatçı müzelerinin çoğalması adına da Semiha Berksoy müzesini heyecanla bekliyoruz.

 1 Ateş Kuşu Semiha Berksoy, ed. Dikmen Gürün, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 2010,  s. 29.
 2 age, s. 16.
 3 age, s. 38.
 4 age, s. 27.